Sunday, June 5, 2011

Modern Milliyetçilik Kavrami Üzerine Denemeler -1

Klasik Milliyetçilik nedir? Modern Milliyetçilik nedir? Bunların tanımını açık seçik yapmadan bugün Türkiye'nin içinde bulundugu kavram kargaşasından çıkmak hayli zor görünüyor. Biz istemesek de, gecenin karanliği üzerimize tam çökmeden gökteki yıldızlara bakıp yönümüzü tayin etme zamani geliyor.

Klasik milliyetçilik Fransiz İhtilali ile şekillenmeye başlamiş bir siyasi, ekonomik ve kültürel oluşum. Temelinde derebeyleri, krallıklar veya papalik icin savaşan insan topluluklarının kendi köylerinin ötesinde kültürel yakınlık içinde oldukları insanlarla biraraya gelerek aynı duygu ve düsünüşle kenetlenmeleri ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi düsüncesi var. Halklar kendi öz kaynaklarini kendi istedikleri biçimde kullanmak ve siyasi kararlarını kendileri vermek için modern demokrasinin ilk örneklerini vermis krallara karsi kendi meclislerini kurarak yönetimde söz sahibi olmuslardir. Bu halk hangi halktır? Krala bağli yasayan herkes bu halka dahil miydi? Burjuvazi yada şehirli bir orta sınıf olmadan milliyetçilik olabilir miydi? Klasik miliyetçiliğin tanımı bu soruların cevaplarında gizli.

Kendi kaderini kendi tayin etmek isteyen bu halk bir asgari müşterekte buluşan bir kitleydi yani bu kitleyi birbirine kenetleyen bir ortaklik vardi. Bu ortaklik zaman zaman coğrafi yakinlik zaman zaman tarihi ve ekonomik iletişim ile oluşmuş ortak bir kültürdür. Bu kültürü yaşatan da en önce dildir sonra din gibi, ortak tarihi geçmis gibi veya organik bağlar gibi sebeplerle dogan beraber yasama ve kaderini beraber tayin etme istegidir. Önce devletler sonra milliyetler oluşmadi. Krallıklar imparatorluklar parçalanırken önce krallığın yerine devletler kurulup sonra bu devletin içinde kalanlardan milletler teşekkül etmedi. Önce halklar millet olma bilincini kazandilar sonra çok kültürlü ve çok uluslu imparatorluklar bu etkiyle milli devletlere bölündü.

Bu noktada, ayni kültürü paylaşan insanlarin sadece pragmatik bir ortaklik duygusuyla, ekonomik ve kültürel haklarini aramak ve daha insanca yasamak icin bireysel kavgalar vermek yerine biraraya gelmek şeklinde hareket ettiğini ve ortak cıkarlar etrafinda toplanan bu insanlara millet dendiğini düsünmek yanliş olur. Toplumlari değiştiren itici bir kuvvetin manevi boyutu bir mistik derinliği olmasi gerektir. Yoksa bireyler tarihin hiçbir döneminde değişim için fedakarlikla mücadele etmemişlerdir. Kralliklarin tebası olarak yaşayan küçük  dağınık topluluklar kendi kültürlerinin derinliklerinde bireysel bir hak arama davasının ötesinde bir mitolojik aidiyet duygusu ve yüksek bir toplumsal ahlak anlayışı olduguna inanarak ve bu kültür ve ahlakı kutsallaştirarak milletlerin ve milliyetçiligin doguşuna tanık oldular.

Bir milleti oluşturan kültürel, manevi ve ekonomik değerler bütünü bireyleri toplum haline getiren ve bir araya toplayan itici kuvvet olmuştur.
Milliyet ve milli kültür bireyciliği aşan toplumcu bir idealizmin cikis noktasi oldu. Milli kültürün mistik boyutunun vicdanli bir din kavramiyla veya sağduyulu insani değerlerle iç içe geçmedi toplumlarda toplumsal ahlakı yeniden tanimlama ihtiyacı doğdu. Yeni bir yüksek ahlak arayışı zaman zaman milliyetçiliği ırkçi ve yıkıcı kaliplara da sokarak batılı emperyalist düşünce sisteminin temelini oluşturmuştur. Avrupada bunlar olurken doğuda Osmanlı 19. yüzyıla kadar milliyetçilik veya emperyalizmle alakası olmayan klasik dünya hükümranlığı ideali ile yaşıyordu. Peki 19. yuzyildan sonra neler oldu?

Wednesday, December 19, 2007

TÜRK, TÜRKİ, TÜRKİK?

Türk, Türki veya Türkik kavramları nedir? Hangisi ne anlama geliyor? 1990´lara kadar hiç duymadığımız Türki kelimesi nerden çıktı?
Bir gün Doğu Türklüğü'nün (yada daha bilinen şekliyle söylersek Orta Asya Türklüğü'nün) 20. yüzyıl tarihi yazılınca Orta Asya'da nerdeyse bir yüzyil süren Rus kültür emperyalizminin bugün karşımıza çıkardığı sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sonuçlar daha iyi anlaşılacak. Henüz üzerinden 20 sene dahi geçmeden bu dönemi ve sonuçlarını anlamak mümkün değil. Bu dönem yaşananlar anlaşılmadan Türk nasıl Türkik veya Türki oldu bu da anlaşılamaz. Yaşadığımız kavram kargaşası bir süre daha sürecek gibi gözüküyor.
Türkiye dışında yaşayan Türklerin ve Türkçenin Türkik olarak anılmaya başlaması, Kazak, Özbek, Kırgız gibi boy isimlerinin milli kimliklermiş gibi kullanılması Orta Asya'da yaşanan kültür erozyonunun bir sonucudur. Doğu Türkistan'dan Hazar gölü'ne kadar tek bir Türk kimliği var ama kafalar öyle karışık ki Türk kökenli ama Türkten farklı bir çok kimlikler varmış bunlara da Türkik denmeliymiş gibi bir kabul ortaya çıkıverdi.
Türkiye bilim üreten ve akademik kavramları belirleyebilen bir ülke değil bu sebeple Anglo-sakson merkezli Türkik (İng: Turkic) kelimesini Türkçeleştirip Türki yaparak, tarih ve sosyoloji dersinden de başarıyla çıktı. Kendimizle gurur duyabiliriz!
Biz kendimize batının gözüyle bakıp, kendimizi batının bizi anladığı gibi anlamaya çalışarak günlerimizi geçireduralım, en az 2000 yıllık Türk ismini Anadolu'ya sıkıştırıp Türkleri Türkikleştirelim bu arada Çin 80 yıldır süren Doğu Türkistan işgalini tüm dünyaya kabul ettirsin, Ermenistan Karabağı bütün dünyanın gözü önünde ilhak etsin, Rumlar Kıbrıs'ın tümünü alsın, Kuzey Irak'ta Türk (pardon Türkik) kimliği yok sayılmaya devam etsin...
Biz Türkik dedikçe 1400 sene evvel Orhun Kitabelerine şu satırları kazıyan Atam Bilge Kağan mezarında dönüyor olmalı:
"Türk Oğuz Beyleri milletim, sözümü işitin. Üstte gök yıkılmazsa, aşağıda yer delinmezse, senin elini, töreni kim bozabilir? Türk Milleti, titre ve kendine dön."
Türk Dil ve Tarih kurumunu kuran yüce önder Atatürk tek bir konuşmasında dahi Türki sözünü kullanmadı, şimdi aramızda olsa bugün bizim aydınlarımızın Azeriler, Kazaklar Türk mü Türki mi tartışmasına girdiğini görse TDTK 70 yıldır bu ülkede ne yaptı diye hesap sormaz mıydı?
Titreyip kendine dönme çözüm müdür bilmiyorum ama Greko-Slav ve Anglo-Sakson kökenli yalanları reddetmek ve Türkik veya Türki aldatmacasını aşıp kendimize sahip çıkmak vakti geldi hatta geçiyor bunu biliyorum.
Türkik veya Türki uydurma laflardır. Türklük dışında bir siyasi, sosyolojik veya tarihi gerçeklik yoktur. 200 milyonluk Türk dünyası kendine daha fazla yabancılaşmadan tarihine ve kimliğine sahip çıkmalıdır.

Tanrı Türkü Korusun!