Klasik Milliyetçilik nedir? Modern Milliyetçilik nedir? Bunların tanımını açık seçik yapmadan bugün Türkiye'nin içinde bulundugu kavram kargaşasından çıkmak hayli zor görünüyor. Biz istemesek de, gecenin karanliği üzerimize tam çökmeden gökteki yıldızlara bakıp yönümüzü tayin etme zamani geliyor.
Klasik milliyetçilik Fransiz İhtilali ile şekillenmeye başlamiş bir siyasi, ekonomik ve kültürel oluşum. Temelinde derebeyleri, krallıklar veya papalik icin savaşan insan topluluklarının kendi köylerinin ötesinde kültürel yakınlık içinde oldukları insanlarla biraraya gelerek aynı duygu ve düsünüşle kenetlenmeleri ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi düsüncesi var. Halklar kendi öz kaynaklarini kendi istedikleri biçimde kullanmak ve siyasi kararlarını kendileri vermek için modern demokrasinin ilk örneklerini vermis krallara karsi kendi meclislerini kurarak yönetimde söz sahibi olmuslardir. Bu halk hangi halktır? Krala bağli yasayan herkes bu halka dahil miydi? Burjuvazi yada şehirli bir orta sınıf olmadan milliyetçilik olabilir miydi? Klasik miliyetçiliğin tanımı bu soruların cevaplarında gizli.
Kendi kaderini kendi tayin etmek isteyen bu halk bir asgari müşterekte buluşan bir kitleydi yani bu kitleyi birbirine kenetleyen bir ortaklik vardi. Bu ortaklik zaman zaman coğrafi yakinlik zaman zaman tarihi ve ekonomik iletişim ile oluşmuş ortak bir kültürdür. Bu kültürü yaşatan da en önce dildir sonra din gibi, ortak tarihi geçmis gibi veya organik bağlar gibi sebeplerle dogan beraber yasama ve kaderini beraber tayin etme istegidir. Önce devletler sonra milliyetler oluşmadi. Krallıklar imparatorluklar parçalanırken önce krallığın yerine devletler kurulup sonra bu devletin içinde kalanlardan milletler teşekkül etmedi. Önce halklar millet olma bilincini kazandilar sonra çok kültürlü ve çok uluslu imparatorluklar bu etkiyle milli devletlere bölündü.
Bu noktada, ayni kültürü paylaşan insanlarin sadece pragmatik bir ortaklik duygusuyla, ekonomik ve kültürel haklarini aramak ve daha insanca yasamak icin bireysel kavgalar vermek yerine biraraya gelmek şeklinde hareket ettiğini ve ortak cıkarlar etrafinda toplanan bu insanlara millet dendiğini düsünmek yanliş olur. Toplumlari değiştiren itici bir kuvvetin manevi boyutu bir mistik derinliği olmasi gerektir. Yoksa bireyler tarihin hiçbir döneminde değişim için fedakarlikla mücadele etmemişlerdir. Kralliklarin tebası olarak yaşayan küçük dağınık topluluklar kendi kültürlerinin derinliklerinde bireysel bir hak arama davasının ötesinde bir mitolojik aidiyet duygusu ve yüksek bir toplumsal ahlak anlayışı olduguna inanarak ve bu kültür ve ahlakı kutsallaştirarak milletlerin ve milliyetçiligin doguşuna tanık oldular.
Bir milleti oluşturan kültürel, manevi ve ekonomik değerler bütünü bireyleri toplum haline getiren ve bir araya toplayan itici kuvvet olmuştur.
Milliyet ve milli kültür bireyciliği aşan toplumcu bir idealizmin cikis noktasi oldu. Milli kültürün mistik boyutunun vicdanli bir din kavramiyla veya sağduyulu insani değerlerle iç içe geçmedi toplumlarda toplumsal ahlakı yeniden tanimlama ihtiyacı doğdu. Yeni bir yüksek ahlak arayışı zaman zaman milliyetçiliği ırkçi ve yıkıcı kaliplara da sokarak batılı emperyalist düşünce sisteminin temelini oluşturmuştur. Avrupada bunlar olurken doğuda Osmanlı 19. yüzyıla kadar milliyetçilik veya emperyalizmle alakası olmayan klasik dünya hükümranlığı ideali ile yaşıyordu. Peki 19. yuzyildan sonra neler oldu?
Sunday, June 5, 2011
Subscribe to:
Posts (Atom)